Dolar 38,4762
Euro 43,9042
Altın 4.091,61
BİST 9.224,84
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 15°C
Çok Bulutlu
İstanbul
15°C
Çok Bulutlu
Çar 14°C
Per 18°C
Cum 20°C
Cts 22°C

SÖNDÜRÜLEN MEŞALEMİZ: KÖY ENSTİTÜLERİ

-Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler İngilizce Öğrencisi (3/5); Siyaset, Tarih, Edebiyat; Türk Siyaseti, Türk Tarihi
10 Nisan 2023 17:02 | Son Güncellenme: 20 Mayıs 2023 11:01
580
13032

  (Bu yazımı bundan tam 83 yıl önce 17 Nisan 1940’ta kurulan Köy Enstitülerine ve onun bütün öğretmen ve öğrencilerine ithaf ediyorum.)            

  Türkiye Cumhuriyeti’nin temel gerçeği ve öz kaynağı olan Anadolu bozkırına ağaç dikme ve binlerce çiçek yetiştirme ülküsünün adıydı Köy Enstitüleri. Asırlar boyunca yok sayılmış ve yabana atılmış bir milletin, kendi kanıyla yepyeni bir devlet kurmasının sonucunda topyekûn kalkınmasının, gelişmesinin, tertemiz çocuklarının aydın ve çalışkan birer Cumhuriyet neferine dönüşmesinin atılımıydı. Aynı zamanda cumhuriyetin gerekliliği olan medeniyet ve demokrasiyi belli bir kesimin elindeki silah olmaktan çıkarıp asıl sahibine yani halka sunmak, imtiyazsız sınıfsız bir millet oluşturma amacı taşıyordu. Tabii ki bu da halkın eğitimli ve bilinçli insanlara dönüştürülmesiyle mümkün olabilirdi. Peki, cumhuriyetimizin yeşerme ve büyüme sürecinde Enstitüler tam anlamıyla nasıl, hangi amaçlarla, hangi yollardan geçerek kurulmuştu? Neden bu kadar önemliydi ve neden bu kadar değerli bir kurum kapatıldı? Olabildiğince cevaplamaya çalışacağız.

Nasıl ve Neden?

Küllerinden yeniden doğmuş ve cumhuriyeti kurmuş bir millettik. Yenilmez denilen düşmanı; azmimiz, inancımız ve mücadeleden bir an olsun vazgeçmeyen zeki ve cesur askerimiz sayesinde yenmiştik. Bu mücadelede en büyük başrol Anadolu insanı ve Mustafa Kemal Atatürk’tü. Atatürk, savaştan önce de sonra da ülkenin kaderinin Anadolu insanının gelişmesine ve yükselmesine bağlı olduğunu biliyordu. Anadolu insanı gelişirse Türkiye gelişirdi, Anadolu insanı cehaletin batağına saplanırsa Türkiye de o batağa saplanırdı fakat Anadolu yıllarca süren savaşlar sonucunda bitap düşmüştü. Açlığın, susuzluğun, hastalığın ve gericiliğin pençesindeydi. İşte bu yüzden ‘’Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.’’ İlkesiyle eğitim ve öğretimde yenilikler yapılmaya başlanıldı. Nasıl bir eğitim-öğretim yönergesi Anadolu için doğru ve faydalı olurdu? Bunu öğrenmek için Atatürk, Anadolu’ya araştırma heyetleri yolladı ve çeşitli bulgulara ulaşıldı. Sonuçlar şaşırtıcıydı:

  1. Şehirden Anadolu köylerine giden öğretmenler ya cehalet karşısında pes etmişlerdi ya da çevredeki eşrafla (Muhtar, köyün ağası…) benzeşmeye başlamışlardı. Bu yörelerdeki öğrenciler okuma-yazmayı, temel bilgileri çoğunlukla unutmuşlardı.
  2. Savaştan sonra kendi köylerine dönen tecrübeli onbaşılar, çavuşlar çocuklara okuma-yazma, temel sağlık eğitimleri ve fen bilimleri, cumhuriyetin temel bilgilerini öğretmişti ve bu yörelerdeki çocuklar birçok soruya doğru cevap verebiliyordu.

Aynı zamanda Atatürk eğitim Profesörü John Dewey’den de eğitimin nasıl olması gerektiğiyle ilgili bir rapor istemiş, onu Türkiye’ye davet etmişti. Amerikalı profesör, Türkiye’de eğitimin yerel gerçeklere ve hayat şartlarına uygun olmasını gerektiğini, uygulamalı bir eğitimin şart olduğunu savunuyordu. Tepeden inme ve Batı’dan kopyalanmış teorik eğitim yerine iş ve eğitim bir arada olmalıydı. Öğrenciler okullarını, atölyelerini kendileri inşa etmeli; mezun olduklarında hem topluma yön verecek bir önder hem de yeni önderler yetiştirecek bir öğretmen olmalıydı. Kısaca bu verilere göre Anadolu’daki eğitim-öğretim, o coğrafyanın gerçekleriyle bağdaşan insanlar tarafından uygulanmalı, ezberci ve tüketici öğrenim şeklinden ziyade köy yaşayışına uygun ve üretime dayalı, köklü, verimli bir eğitim olmalıydı. Köy Enstitüleri fikri bu doğrultuda doğmuş oldu. Enstitüler; halkın içinde bir iş ortaklığı ve iş ahlakı yaratacak, imece kültürünü pekiştirecek, milli birliği büyütecek, demokrasi kültürünü geliştirecek, tarımın da modernleşmesiyle ekonomiyi güçlendirecek ve yeni kurulmuş bir ülkenin hedefleriyle beraber dinçlik kazanmasını, halkın inkılaplara ve yeni rejime bağlılığının artmasını sağlayacaktı.

Birtakım Kuru Gürültüler

Her güzel yeniliğin ve çabanın karşısına daima birileri çıkar. Üstelik bu birileri aydın geçinen ama bir kez olsun kafasını Türkiye’den yana çevirmemiş, çoğunlukla Avrupa’da eğitim görmüş, sırça köşklerinden çıkmayan fraklı beyefendiler ya da nazik hanımefendiler ya da sözde Müslüman, başlarında sarık, kafalarının içinde örümcek ağları, bir çoğunluğu Millî Mücadele’de İtilaf kuvvetleri için çalışmış vatan hainleridir. Bunların bir tarafı yıllarca Anadolu’nun bulanık deryasındaki sülükler iken, bir tarafı da o bulanık suyu temizlemeye dahi tenezzül etmeyenlerdir. Bir tarafı aydın kimliğiyle ülkesi ve milleti için faydalı hiçbir eylemde bulunmadan halkı aşağı gören bir tarafı halkı kendi çıkarları için türlü safsatalarıyla uyutan onu körleştirenlerdir. Bu birileri birtakım eleştiriler(!) yapıyorlardı: ‘’Köylüler okursa toprakları kim ekecek, koyunları kim güdecek?’’

‘’Devletin kısıtlı parasını köylülere mi harcayacağız?’’

‘’Bunlar akıllandı mı bizlere de saygı duymazlar. Komünist olup ayaklanırlar.’’

‘’Köylüleri şımartacaksınız tepemize çıkacaklar, besle kargayı oysun gözünü. Bunlar anca kötekten anlar.’’

‘’Bu ter kokulu pis herifleri öğrenci diye mi yetiştireceksiniz?’’

‘’Böyle atılımlar için çok erken, acele ediyorsunuz.’’

Bu gibi düşüncelerin en büyük nedeni; hala kendini geliştirememiş, Osmanlı uleması edasıyla halka ve Anadolu köylüsüne tepeden bakan onu yadırgayan küçümseyen, onun kuvvetine inanmayan geri kalmış anlayıştır. Bununla ilgili olarak Köy Enstitülerine çokça emeği geçmiş akademisyen yazar Sabahattin Eyüboğlu şöyle demişti: ‘’Okul efendi yetiştirirmiş, ter kokulu, eli nasırlı işçi değil. İşçiyi köle sayan düşünüşün tepkisiydi bu.’’ Oysa Köy Enstitüleri halkın içinden nitelikli insanları seçkin insanlara çevirmeyi Türkiye’de yepyeni bir aydın kesim, yepyeni bir sosyete oluşturmayı amaçlıyordu.

1590069649 5e99482f2269a2191ce0f0db 1

Karanlığa Işık Olanlar…

Köy Enstitülerinden bahsedip de İsmail Hakkı Tonguç ve Hasan Ali Yücel’in mücadelelerinden bahsetmeden geçmek olmaz. Enstitüler tarih 17 Nisan 1940’ta, o dönem Milli Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un çabalarıyla ve İsmet İnönü’nün teşvikleriyle kurulmuştu. Eyüboğlu Tonguç için şöyle söylüyor: ‘’Kendini yakmadan köylerin karanlığına ışık götürülmeyeceğini biliyordu çoktan…’’, ‘’Kafasıyla Batı’ya yüreğiyle halka bağlıydı.’’

koy enstitulerinde okutulan ders kitaplar

Söylediği gibi İsmail Hakkı Tonguç ve birçok idealist eğitimci bu işe kendilerini adamıştı. Hem Anadolu’da hem şehirde cehaletin iki yüzüne karşı mücadele veriyorlardı. Anadolu çocuğuna coşku ve güven vermeyi başarmış ona bir var oluş ülküsü aşılamışlardı. O dönemde tarıma elverişli arazilere yakın köylerde enstitüler kurmaya başlandı, bu okullardan öğretmenler yetişecek öğrencileri ve halkı eğiteceklerdi. Enstitülerde bilim, sanat, müzik, edebiyat, tarih, matematik, sağlık, ziraat, bağcılık, arıcılık gibi birçok ders vardı ve aynı zamanda enstitülerin kendi tarım ve hayvancılık faaliyetleri de bulunuyordu. Bununla beraber Tonguç ve arkadaşları sadece verimli arazilerde çalışmıyor, en kurak denilen yerleri bile öğrencilerle beraber tarım arazilerine çeviriyor, öğrenciler sulama kanallarını dahi kendileri kuruyordu. Örneğin Hasanoğlu Enstitüsü o dönem bozkırken öğrencilerin çabasıyla beraber çam ağaçlarıyla bezenmişti. Öğrencilerin ve eğitimcilerin bu kadar özverili olmasına rağmen hala ‘’Amaaan çok masraflı oluyorlar canım, devlet parasını köylülere mi yedireceğiz?’’ diyenler vardı. Bu şahıslar köylü çocuklarına harcanan parayı dahi fedakârlık olarak görüyordu, sanki onlar bu vatanın evladı değilmiş gibi…

Sayısal olarak da ifade edecek olursak 1940-1946 yılları arasında Köy Enstitülerinde 15.000 dönüm tarla tarıma elverişli hale getirilmiş ve üretim yapılmıştı. Aynı dönemde 750.000 yeni fidan dikilmişti. Oluşturulan bağların miktarı ise 1.200 dönümdü. Ayrıca 21 enstitü, 150 büyük inşaat, 60 işlik, 210 öğretmen evi, 20 uygulama okulu, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 12 elektrik santrali, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 3 balıkhane, 100 km. yol yapılmıştı. Ayrıca bu okulların kapatıldığı 1954 yılına kadar 1.308 kadın ve 15.943 erkek toplam 17.251 köy öğretmeni yetişmişti.

Koy Enstituleri Nedir 4
CgPJEeyUAAAeR6J 1

Dağ Başında Sanat mı Olur? (!)

Geçtiğimiz satırlarda bahsettiğim birilerini hatırlarsınız. Onlara göre köylü çocuğu ne sanattan anlardı ne de edebiyattan!

‘’Efendim bir de Goethe, Puşkin vs. okuyorlarmış! Okumaları bile mucize!’’

Bu birilerine en büyük karşılık, başta Hasanoğlu Köy Enstitüsü ve Enstitülerden çıkan sanatçılarımız olur. Dursun Akçam, Talip Apaydın, Fakir Baykurt, Adnan Binyazar, Kemal Burkay, Ümit Kaftancıoğlu, Mustafa Koç, Dursun Kut, Mahmut Makal, Mehmet Özel, Pakize Türkoğlu, Ali Yüce, Tahsin Yücel… Hepsi Köy Enstitülerinde yetişen sanatçılardı. Bununla beraber Hasanoğlu Köy Enstitüsü’nde -Aşık Veysel de burada ders veriyordu- başta mandolin olmak üzere keman, bağlama gibi çeşitli müzik aletleri öğretiliyor, çeşitli sergiler ve konserler yapılıyor hem türkülerimiz marşlarımız hem de klasik alafranga eserler öğrenciler tarafından çalınıyordu. Klasik tiyatro oyunları ve halk oyunlarımız da öğrencilere öğretiliyordu.

Bir Çiçeğin Solması, Bir Ağacın Budanması…

Köy Enstitüleri dönemi itibariyle yenilikçi ve inkılapçı bir dönemde ortaya çıkmıştı. Yazının ilk kısımlarında da bahsettiğimiz gibi Atatürk Anadolu insanının gelişip kalkınmasını ülkenin gelecekteki ekonomik ve sosyal değişimi için çok istiyordu. Enstitüler, onun vefatı sonrasında İnönü’nün desteğiyle kurulmuştu. Bu süreçte tek partili dönem bazı yönleriyle ne kadar baskıcı bir yol izlediyse de hala Kuvayi Milliye ruhuna sahipti. Aynı zamanda Millî Mücadele ile yeni bir devlet kurmaktan doğan heves, umut ve özgüven vardı. Fabrikalar, demiryolları yapılıyor, yeni tarzda kurumlar inşa ediliyordu. Köy Enstitüleri de bu devrimci kurumlardan biriydi.

Ekran Resmi 2020 04 16 17.39.38 1

 Enstitüler, Hasan Ali Yücel’in Millî Eğitim Bakanlığı görevinin sonlandığı 1946 yılına kadar aynı düzen içerisinde devam etmiş sonrasında Köy Öğretmen Okullarına dönüştürülmüştü. Bu okullar ise Demokrat Parti döneminde 27 Ocak 1957’de kapatılmıştı. İnönü’nün ‘’Bir babanın evladını kaybetmesinden duyduğu acı gibi duyarım…’’ diyerek tarif ettiği bu üzücü son, Türkiye’de bir daha hiç kendi yolunu bulamayacak eğitim sistemine de sert bir darbe olmuştu. Köy Enstitüleri bozkırda dikilmiş bir fidan, yeşermiş bir çiçek, toprağa atılmış bir tohumdu. Fidan söküldü, çiçek soldu ve tohumlar kırıldı. Eyüboğlu bu yıkımla ilgili şöyle diyor: ‘’ (…) kuranlar mı gerçekten halktan yanaydılar, yıkanlar mı? Bu sorunun karşılığını vermek biz enstitülülere düşmez; ama merak edenlere şöyle bir yol gösterebiliriz: Baksınlar, kuranlar mı, yıkanlar mı daha çok çıkar peşindeydiler, kuranların kişisel kazancı ne oldu, yıkanlarınki ne?’’ 

Komünist Yuvası(!)

Enstitülerin kapatılması için onların aleyhine en çok yapılan propagandalardan biri de komünist yetiştirdikleriyle ilgiliydi. Evet, içlerinden sol görüşlü birçok insan yetiştiğine eminim fakat bu propagandanın komik yanı sanki sadece Enstitülerden komünist çıkıyor, tüm çıbanın başı onlarmış gibi davranılmasıdır.  Dönemin Türkiye’sinde şehirlerdeki liselerde ve üniversitelerde, birçok karşıt görüşlü öğrenci vardı, siyasi olaylar enstitülerde değil şehirlerde çıkıyordu. Madem öyleyse Millî Eğitim Bakanlığı, okulların tümünün müfredatını solcu ya da sağcı öğrenciler yetiştirmeye yönelik mi hazırlıyor? Öyleyse bu parıltılı zekalardan neden tüm okulların kapatılması gerektiği gibi ‘’dahiyane’’ bir fikir çıkmıyor? Neden tüm oklar Köy Enstitülerine çevriliyor? Bunun nedeni yazımızın başlarında bahsettiğim Osmanlı uleması zihniyetinin halkı küçümseyişinin ve görmezden gelişinin eseridir. Anadolu çocuğu düşünmesin, sorgulamasın, memleket meselelerine kafa yormasın… Askere çağrıldığında askere sandığa çağrıldığında sandığa gitsin. O sadece koyununu gütsün sırtındaki tek giysiye şükretsin… Oysa, hangi düşünceyi benimserse benimsesin onun da bu milletin şehirdeki bir ferdi kadar memleket meselelerine dahil olmaya memleketi için endişelenmeye ve mücadele etmeye hakkı vardır. Onun düşünmesini sorgulamasını kabul etmeyen ve Enstitüleri yok etmek isteyenler Anadolu’nun cehaletin pençesinde debelenmeye devam etmesini, şehirle kırsal arasındaki ekonomik kültürel ve sosyal uçurumun derinleşmesini ve halkın birtakım siyasilere muhtaç kalmasını isteyenlerdi.  Bu şahıslar bilgisiz ve eğitimsiz halk kitlelerinin her zaman olduğu gibi en başta sarıklı alimlerine sonra da kendilerine biat etmesini istiyordu. Örneğin Güney Doğu Anadolu’da birçok aşiret liderinin ve toprak ağasının endişesi halkın Enstitüler sayesinde bilinçlenip kendilerine kölelik etmeyi bırakmasıydı çünkü köylü bilinçlendiğinde kendi toprağına sahip olmak isteyecek, başkasının boyunduruğu altında yaşamak istemeyecekti.  Bu ağaların otoritelerinin sarsılması güçlerini yitirmeleri demekti. Tabii ki bunun çözümü de en devrimci ve aydın kurumlara kara çalıp onları zamanla çürütmekten itibarsızlaşmaktan ve en sonunda da yok etmekten geçiyordu.

koy enstitusu koy enstituleri

Ahlakımıza Aykırı (!)

Enstitülerin kapatılması için uydurulan bir diğer bahane ise karma eğitim düzeniyle ilerlemesiydi. Kız-erkek öğrenciler hep beraber eğitim görüyor, beraber çalışıyordu. Bu, ahlakına pek düşkün bazı kesimler için uygun bir durum değildi. Öncelikle ahlak nedir, bunu sorgulamalıyız. Ahlak gerici ve bağnaz bir bakış açısıyla kalıplaşmış ve değişmez dogmalar bütünü değildir. Cumhuriyet ve Köy Enstitüleri modern memleketlerdeki gibi bir ahlak kavramını benimsiyordu. Eyüboğlu’nun da tabiriyle ahlak; aynı zorlukları ve sevinçleri bölüşen insanlar arasında kendiliğinden doğan dayanışmayı kolaylaştıran çarkların, dişlilerin birbirini yıpratmasını, kırmasını önleyen bir düzendir. Enstitülerde de ahlaklı bireyler ortak bir ülkü için bir araya gelen öğrencilerin temsilidir. Bu okullarda öğrencilerin azmi ve çalışkanlığı, kız erkek öğrencilerin birbirlerine saygılı ve hoşgörülü oluşu halk tarafından da görülüyordu. Aynı zamanda enstitülerdeki disiplin olayları da yok denecek kadar azdı. Öğrencileri ahlaksızlıkla itham eden ve onları lekelemeye çalışan ahlak bekçileri, asıl en büyük ahlaksızlığı yapanlardı.

esiz

Son Söz…

Söylenecek sözlerin hiçbir zaman tükenmeyeceği sonsuz bir son sözdeyiz. Türlü zorluklara, karşı çıkışlara rağmen kurulan öğrencisinin ve öğretmenlerinin azmiyle yaşatılan yurdun dört bir köşesinde cumhuriyetin sancaktarlığını yapacak öncüler yetiştiren sadece Türk milletinin yükselişi için tüm benliğini ortaya koyan bir inançtı Enstitüler… Sadece bir okul değil cehaletin, bağnazlığın ve ağalık düzenine karşı çıkışın da simgesiydi. Ne kadar o birileri amacına ulaştıysa da öncülerin attığı tohumlar yurdun her köşesinde yeşerdi, binlerce çocuk yetiştirdi. Köy Enstitüleri dünden bugüne bu ülkenin ve Türk milletinin çağdaş, laik ve medeni bir ülke mertebesine varmasını isteyen Atatürk ilkelerine gönülden bağlı her vatandaş, her aydın, her eğitimci için kapanmaz bir yara olarak kalacak.

ETİKETLER: ,